Hatırlamakla Unutmak Arasında Konuşmayı Başarabilmek

Doç. Dr. Emre Erdoğan
Doç. Dr. Emre Erdoğan
  May.14, 2016, 11:01

Doç. Dr. Emre Erdoğan UNUTMAK VE HATIRLAMAK BİR PARANIN İKİ YÜZÜ GİBİ DÜŞÜNÜLSE DE; ÇOK FARKLI SÜREÇLER ZİHİN AÇISINDAN. ALGILADIĞIMIZ HER ŞEYİ BİR ŞEKİLDE UNUTURKEN; DENEYİMLEDİĞİMİZ HER ŞEYİ OLDUĞU GİBİ HATIRLAMIYORUZ. İnsanoğlunun hayatta kalabilmesini sağlayan en önemli kusurlarından biri unutabilmesi. Yaşadığımız her türlü deneyim, acı ya da tatlı, hüzünlü ya da mutluluk verici olsun; bir şekilde unutuluyor. Katlanılmaz diye düşündüğümüz travmaların üzerinden çok da uzun bir süre geçmeden, yaşamın sıradan kaygıları arasında kayboluyor, “nasıl unuturuz” diye düşündüğümüz acıları hafif bir iç sızlamasıyla hatırlıyoruz. Büyük mutluluklarımız da bundan farklı bir kadere sahip olmuyor. Unutuyoruz, çünkü her şeyi olduğu gibi hatırlayacak bir “donanıma” sahip değiliz. Çok fazla bilgiyi hızla işlemesini beklediğimiz, sayısız kritik kararı sağlıklı bir şekilde almasını umduğumuz beynimiz; bunu bir bilgisayar titizliğiyle gerçekleştirmekten çok “olabildiğince hızlı, olabildiğince doğru” karar vermeye evrilmiş. Sayısız yanılsama, düşünme ve mantık hataları bunun doğal sonucu. Unutmak da… Unutmak ve hatırlamak bir paranın iki yüzü gibi düşünülse de; çok farklı süreçler zihin açısından. Algıladığımız her şeyi bir şekilde unuturken; deneyimlediğimiz her şeyi olduğu gibi hatırlamıyoruz. Hatırlamak, deneyimlerimizi hafızanın derinliklerinden çekip almak bir film sahnesini yeniden kurgulamak gibi… O gün hava nasıldı, saat kaçtı, hangi eşyalar vardı masanın üzerinde, hangi müzik çalıyordu; bütün bunlar farklı yerlerden derlenip toparlanıyor ve bir araya geliyor. Hatırladığımız şey, büyük oranda gerçekle benzeşiyor, ama o oranda da farklı gerçekten… Fransız yazar Proust, “kayıp zamanı” aradığı eserlerine, hafızanın bize oynadığı bu oyunu defalarca sergiler. Unutmanın ve hatırlamanın hayati önem taşıdığı dönemler oluyor insanın yaşamında. Depremler, yangınlar gibi doğal felaketlerin yanı sıra toplumsal yaşamdaki gelişmeler de insanın hafızasında farklı yer alıyorlar. Hemen her kuşakta bir doğal felaket ya da toplumsal gelişme insanların hafızasında diğer olaylardan daha farklı/daha önce yer alıyor ve o kuşağı biçimliyor. Ülkemizde toplumsal hafızayla ilgili yapılan çalışmalar eski kuşaklarda göçlerin, savaşların, kıtlıkların; orta yaşlılarda 1968’in ya da 1980’in; gençlerdeyse 1999 Marmara Depremi’nin ya da Gezi Olayları’nın diğer olaylardan daha fazla ve daha detaylı hatırlandığını gösteriyor. Bu olaylar, Mannheim’ın deyimiyle “nesil anlarını” oluşturup belki de o nesle isimlerini veriyorlar. Başka bir ülkede üç dört kuşağa yayılacak olayları neredeyse tek bir kuşakta, hatta birkaç yılda deneyimleyen bizler için unutmak ve hatırlamak çok daha kritik bir öneme sahip. Sadece son bir yılda defalarca terör saldırıların hedefi olmuş bir ülkede yaşayan insanların, bütün bunlar hiç olmamış gibi davranmasını bekleyemeyiz. Terör, hele ülkemizdeki gibi hedef gözetmeyen, rastgele, herkesin başına gelebilecek türden saldırılar, yaşamı keskin çizgilerle bezenmiş, neden ve sonuç arasındaki ilişkinin sarih olduğu yanılgısına sarılmış bizler için çok daha yaralayıcı oluyor. Sıradan insanın savunma mekanizmalarının çaresiz kaldığı bu dönemin insanlarda uyandırdığı duygular çeşitli: Korku, öfke, beyhudelik hissi bunların bazıları. Yaşananların manasızlığı, anlam verme çabasını çok daha zahmetli hale getiriyor; bu derece zahmetli bir çabaysa umutsuzluğa ve çaresizlik hissine dönüşüyor. Bu ruh haliyle belirsizlikten, değişimden, karmaşıklıktan kaçıyor; yanıltıcı olsa bile basit olanı, siyah-beyaz sergileneni tercihi ediyoruz; renkleri kaybetme pahasına. İnsanın yeniliğe, değişime ve yeni fikirlere kapandığı; sabah kalkmanın zahmet verici olduğu bir dönemde nasıl konuşabiliriz birbirimizle? Trump ve Putin gibi politikacılar bu ruh halinin zaaflarından istifade etmekte çok iyiler; basit ve çelişkisiz bir dünya resmi çiziyorlar insanlara; siyah-beyaz ve iyi-kötü gibi ikilemelerden istifade ediyorlar. Dilbilimce Lakoff’un işaret ettiği üzere gelişmeleri basit nedenselliklerle yorumluyorlar: “göçmen sayısının artmasının nedeni Meksikalıların gelmesi, duvar örmek Meksikalıların gelmesini ve göçmen sayısının artmasını engeller”. Bu görüş basitliği nedeniyle çok daha cazip geliyor sıradan insanlara, Meksikalıların gelmesinin nedeni olarak sayılabilecek sayısız ve birbirleriyle ilişkili karmaşık “sistemik nedensellikle karşılaştırıldığında… Böyle dönemlerde karmaşık ve sahici olanın; basit ve sahte olan karşısında pek de şansı yok… O zaman birbirimizle konuşmak ve iletişim kurmak istiyorsak; bir basit ve yanlış; bir de zor ve doğru yolumuz var. Dünyayı ikiliklere indirgeyen, bireyi sadece bir etki-tepki mekanizması olarak gören; ancak kolaylıkla ve masrafsız bir şekilde iletilebilecek mesajları tercih edebiliriz. Yalan değil, eksik de olsa; derdimizi daha kolay anlatabiliriz. Ancak her zaman bizden başkaları da bu yolu tercih edebilirler ve sonuçta “kötü paranın iyi parayı kovduğu” gibi, kötü mesajlar da iyi mesajları da kovabilir. Ya da daha zor olanı tercih edebiliriz. Dünyanın karmaşıklığını ve bizim bu dünya karşısındaki çaresizliğimizi kabul ederek başlayabiliriz. Basit nedenselliğin yanlışlıklarına düşmeden, karmaşık etkileşimlerin her birini gösterebiliriz. İnsanlar bu tür mesajları dinlemeye gönüllü olmazlar ilk başta, ama doğru bildiğimizi ısrarla tekrarlayarak bu kavramlarla tanışıklığın artmasını sağlayabiliriz. O zaman çizdiğimiz resmin sahiciliği, karmaşıklığın verdiği zahmeti göz ardı ettirir. Çünkü insanlar mana vermeyi arzuladıkları kadar, gerçeği görmeyi de isterler ve karmaşık hikayeler anlaşılması zor da olsa, gerçeği daha iyi anlatırlar. Unutma ve hatırlama arasındaki ilişkimiz de böyle bir tercihten geçer. İnsan olmamızın verdiği kusurlar, unutmayı kolaylaştırsa da; unutarak yaşamak daha “mümkün” olsa da; hatırlamayı tercih edebiliriz. Zor bir yol hatırlamak, ancak hatırladıkça yaşadığımız türden saldırıların verdiği korku hissi daha da azalır, hatırladıkça bir şeyleri değiştirme isteğimizi yeniden edinebiliriz. Terör saldırılarını düzenleyenler korkmamızı ve daha önce tarif ettiğim dışa kapalı ruh haline bürünmemizi istiyorlar. Oysa biz hatırlayabilir, yüzleşebilir ve daha sonra hesap sorabiliriz. Hatırlamalıyız, çünkü unutursak insan olarak yaşayamayız. Bu satırlar yazıldığında İstiklal Caddesi’ndeki canlı bomba saldırısının üzerinden bir günden az bir süre geçmişti.
 Anasayfa'ya Dön

YORUM YAZIN

Max. 255 karakter girebilirsiniz

Yorumunuz Alınıyor

Boş Yorum Gönderemezsiniz

YORUMLAR

Hiç Yorum Yok

BENZER HABERLER