Yarının okulları bugün Lego’dan neler öğrenebilir?

Dr. Fatma Kamiloğlu
Dr. Fatma Kamiloğlu
  Eki.03, 2017, 16:13

öğrencilerin derse yeterince dikkatini vermediklerini söylüyor. Geleceğin Lego oyuncağını tasarlarken sanırım bunun nedeninin ne olduğunu keşfettim.

İki parmağı arasındaki bir kalemi çevirip duran, Danimarkalı, dokuz yaşındaki bir erkek çocuğu hayal edin. Dokuz yaşındaki bir çocuk için bu basit bir görev, neredeyse on yılı aşkın süredir gözlemlediğim bir şey. Ama bu defa bambaşka bir şey ile karşı karşıyaydım. On sene önceki çocukların aksine, bu çocuklar, kalemi parmaklarının arasında çevirmekte zorlanıyordu. Hatta bazen kalemi düşürdükleri oluyordu.

Sene 1994’tü ve Lego benden, tatil zamanı satışlarının neden sert bir düşüş yaşadığını araştırmamı istemişti.  İşe şu basit kalem döndürme deneyiyle başladım ve bu küçük erkek çocuklarının ağabeylerine kıyasla el becerilerini kaybettiklerini keşfettim. Peki, neler oluyordu?

Bu çocukların dünyasına köklü değişiklikler yaratan bir şey girmişti. Donkey Kong gibi bilgisayar oyunları on yılı aşkın bir süredir hayatımızdaydı ve artık internet denen şey de gelmiş çatmıştı. Bu çocuklar, oyun çubukları (joy stick’leri) ve bilgisayar faresini büyük bir ustalıkla kullanıyor, ama basit bir kurşun kalemi çeviremiyorlardı.

Aklıma şu soru takıldı: Sanal eğlencelerle dolu bir dünyada, küçük plastik tuğlalar için bir gelecek var mıydı? Lego için en bariz çözüm, teslim olmak ve plastik üretimden vazgeçerek yüzde 100 sanallaşmaktı. Ama Lego, 1949’dan beri amiral gemisi niteliğindeki bu oyuncağa büyük bir tutkuyla bağlıydı ve şirketin savaşmadan teslim bayrağını çekmeye hiç niyeti yoktu.

1994’teki çocukların kalem döndürme becerilerini kaybettiğine ilişkin basit ama çığıraçıcı tespitim sonrasında, Lego, gerçek (offline) ile sanal (online) arasındaki doğru dengeyi nasıl kurabileceğini araştırmaya başladı. Aradan 20 sene geçti ve bugün Lego filmleriyle, oyuncaklarıyla, eğlence parklarıyla ve dünya çapındaki oyun kutularına doldurulmuş 56 milyar küçük, plastik parçasıyla dünyanın en büyük oyuncakçısı konumunda.

Peki Lego’nun başarısının arkasındaki sır ne? Duyusal hikaye anlatımı...

“Peki ama küçük, plastik bir oyuncağın okullarla ne ilgisi var?” diyebilirsiniz. Çok ilgisi var aslında. Okullar her zaman öğrencilerin dikkatini derse vermesi için mücadele etmek zorunda kalmıştır, ancak bugünün çocukları artık pencereden dışarıya dalıp gitmiyor. Onlar artık akıllı telefonlarına dalıp gidiyor. Dünyanın dört bir yanındaki öğretmenler, ders sırasında gelen ve ardı arkası kesilmeyen mesajlar, beğeniler, görseller ve anlık mesajlaşmalar ile baş etmeye çalışıyor. Çok işlevli olmayı unutun. Artık yalnızca bir tek galip var, o da o minik ekran!

Ama asıl zorluk sosyal medyanın anında ilgi görmek için kopardığı kıyamet değil. Buna «anlık zevkler nesli»nin eseri de diyebilirsiniz. Sosyal medya, bit-boyutlu bilgi lokmacıkları şeklinde sunulmadıkça,  hiçbir şeye sabrı olmayan bir nesil yetiştiriyor.

Sizin bu duruma bağışıklığınız olduğunu mu sanıyorsunuz? Öyleyse şu deneyi bir uygulayın: 10 veya 20 sene önceyi düşünün. En sevdiğiniz film hangisiydi? Şimdi onu yeniden izlemeyi deneyin. Eğer siz de pek çoğumuz gibiyseniz, parmağınız ister istemez hızlı ileri sar tuşuna gidecektir. Ağır ilerleyen kısımlar için sabrınızı kaybettiniz.

Öte yandan bu sanal dünyada bile halen fiziksel teması arzuluyoruz. Genellikle verdiğim bir konuşma sonrasında, insanlar bana şunu sorar: Gelecekte her şey sanal mı olacak? Ben de bu soruya bir soruyla yanıt veririm: Beni internetten izlemek yerine, neden bugünkü konferansa geldiniz?  Müzik dünyasını düşünün. Müzik kayıtlarına her yerden erişmek mümkün, ama insanlar geçen sene canlı konserlere yüzde 30 oranında daha fazla katıldı.  Peki ses kalitesi çok mükemmel olduğu için mi bunu yaptılar? Elbette hayır.  Canlı performans ayrı bir his verdiği için bunu yaptılar.

Okullara geri dönecek olursak. Sınıfta bir öğretmenin bulunduğu fiziki okullar, temel değerlerin masaya yatırılmasını sağlıyor. Ama bu değerler öğrencilere nasıl aktarılacak? Lego’da geçirdiğim yıllar, bana doğru yanıtın hemen hemen her zaman, sanal ile gerçeğin bir kombinasyonu olduğunu öğretti. Değer kaybetmemek ve asıl görevlerini yerine getirebilmek istiyorlarsa, okulların müthiş bir hikaye anlatım gücü ile harmanlanmış bir eğitime ihtiyacı var. 

Şimdi bu öngörüyü, geleceğin okullarına uygulayalım.

Birincisi:  Öğretmenlerin anlatabileceği müthiş hikayeleri var. Edebiyattan, bilimden, matematikten veya tarihten daha heyecanlı ne olabilir ya da olmalı? Öğretmenler dünyanın en iyi hikaye anlatıcıları haline gelmelidir. Pek çok öğretmenlik fakültesini ziyaret ettim, ama çok nadiren hikaye anlatımına odaklanan oturumlarla karşılaştım. Bunun değişmesi gerek.

İkincisi:  Okullar, öğretmenlerini sınıf içi anlatımdan, uygulamalı araştırmaya, ya da sanal hiper-eğitime kadar farklı hikaye anlatım türleri ile yetkilendirmelidir. Ardından okulların fiziki sunumları ile sanal sunumları harmanlayıp bir sinerji yaratması gerekmektedir.

Üçüncüsü: Çocuklar oynamak ve yarışmak için yaşar. Bu hep böyle olmuştur, böyle de olacaktır. Okulların, oyunlarla, yarışmalarla, ve yarışlarla eğitim materyallerini canlandırmaları gerekmektedir.

Lego, kendi temellerini yeniden tanımlarken, bu üç unsurdan da (hikaye anlatımı, sinerji ve eğlence) yararlanmayı bilmiştir. Okullar, Lego’dan çok şey öğrenebilir. Öğrencilerin dikkati sanal bir tavşan deliğinden aşağı düşüp ilelebet yok olmadan önce, okullar, hemen kendi platformlarını yeniden inşa etmeye başlamalıdır.

 Anasayfa'ya Dön

YORUM YAZIN

Max. 255 karakter girebilirsiniz

Yorumunuz Alınıyor

Boş Yorum Gönderemezsiniz

YORUMLAR

Hiç Yorum Yok

BENZER HABERLER