#17: Mızıkçılık Yapmayın

Ahmet Terzioğlu
Ahmet Terzioğlu
  Ara.29, 2021, 09:30
Hepimiz mızıkçıyız. İzin verin açıklayayım…

Hepimiz mızıkçıyız. İzin verin açıklayayım…

Yaratıcılığı merkezine alan her iş eğlenerek yapıldığında ortaya koyulan ürün kalitesi artar. İşin oyunlaşması, oyunla işin karışması, daha önceki yazılarda bahsettiğim “çalışmazken çalışılması” bence işin sihirli kısmı ki bu da sadece oyun oynayarak çalışma sürecinin zoraki ciddiyetini yitirmesini sağlayacak eğlencenin açığa çıkmasıyla mümkün.

Peki siz eğleniyor musunuz? Pazar akşamı yemekten sonra ertesi günün kaygısı üstünüze bir karabasan gibi çöküyor mu? En son ne zaman çalışmak için heves duydunuz? Bu üç soru aslında reklam sektörü için yanıtları çok ama çok kritik sorular; çünkü yaratıcı bir ekip eğlenmiyorsa, pazar akşamları tadı tuzu kaçık bir pazartesi sendromu hâlini aldıysa, heves ve çalışmak aynı cümle içinde kullanılırken bile zorlanılıyorsa, alarmın rengi maalesef kırmızıdır.

Dikdörtgenlere Mahkûm Asık Suratlar

Ya ne eğlencesi, iş yapıyoruz… Denildiğini duymasam da bu kaçınılmaz savunma cümlesine aşinayım. İş yapıyoruz tabii ama yaratıcı bir iş yaptığınızda işin oyunlaşması ve eğlencenin işin başlatıcısı, eşlikçisi ve oluyorsa sonucu olması gerekiyor.

Şüphesiz oyun da çocukluktan besleniyor. Bizim mızıkçılık yapmaya başladığımız yer burası. ASAP’lar, ACİLLLLLL’ler, FYI’ler, kırmızı bayraklar, time sheet’ler arasında tatsız bir “OK”e dönüşüyoruz. Görevlere atanıyor, süreçlere dahil oluyor, maillere yanıt veriyor, gündelik iş listelerinin yanına “check işareti” atıyoruz. Bir zamanlar saatlerce oyuncaklarıyla hayal kuran bir çocuk olmaktan mızıkçılık edip ciddi, yetişkin kişiliğimizle toplantılara katılıyor, davetleri onaylıyor, brief’lerde ufak tefek eğlenceli karalamalar yapmamız gerekirken bize ne söyleniyorsa, hiç de gereği yokken gerçek zamanlı olarak bir daha hiç okumayacağımız notlar alıyoruz. Asık suratlar minik dikdörtgenlerin içinde sıkıcılığa mahkûm ediliyor. Tüm bunlar birikiyor. Yoğunluk zamanla yıpratıcı bir hâl alıyor. Öncelikler hızla değişiyor. En kolayı hep vazgeçmek olduğu için vazgeçiyoruz: hedeflerimizden, hayallerimizden, tarzımızdan vs. Ve sonuç olarak çocukluğu, çocuk ruhluluğu terk ediyoruz. Kendimizle oynadığımız bir oyun olan yaratıcılığı mızıkçılık yapıp bırakıyoruz. Eğlence kaçıyor. Bunun sonuçları işimize yansıyor. Eğlenceli olmayan bir sürecin ürününün eğlenceli/üst düzey olmasını beklemek imkânsız. Yaratıcılık mızıkçılığı kabul etmiyor maalesef…

Yıllar önce bir gazetenin pazar ekinde gördüğümde şaşırdığım/gülümsediğim bir sahne aklıma geliyor böyle anlarda: Steven Spielberg evinin oyuncaklarla dolu bir odasında oturmuş elinde tuttuğu birkaç oyuncakla kameraya bakarak gülümsüyor. Hayal kurmak için hazırladığı bu odada oyuncaklar ve onların çağrışımları arasında yetişkinliğine ara veriyor, onu bir kenara bırakıyor. Çocukluğumun en efsane hikâyelerine imza atmış efsane bir yönetmen için çok ama çok tatlı bir Ar-Ge departmanı bu oda. 

Ar-Ge Departmanı 

Çocukluk en düşük bütçeli Ar-Ge departmanıdır. Ona yatırım yapmak büyük önem taşır, çünkü formüller dışında düşünen, kuralları pek iplemeyen, deneyip yanılmayı arka bahçesi olarak gören bir süreç ve ruh hâlidir çocukluk. Bitip geçtikten yıllar sonra bile size bazı konularda destek olan pek çok şeyi sağlar. Birkaç saniye anımsamaya çalışın, bana hak vereceksiniz. 

Spielberg dedik, Spielberg’in kız kardeşiyle devam edelim. Anne Spielberg'den bahsediyorum. Pek çok filme prodüktörlük yapan ama bir senaryosuyla da Oscar adayı olan Anne Spielberg'den. 1988 yapımı fantastik bir komedi filmi olan Big, o yılki Oscar ödüllerinde En İyi Özgün Senaryo dalında aday olmuştu. Filmin konusu, zor durumdaki bir oyuncak şirketinin sihirli bir şekilde yetişkine dönüşen bir çocuk tarafından kurtarılmasıydı. 

Zoltar isimli bir dilek makinesine dilekte bulunan Josh, dileğinin gerçeğe dönüşmesiyle bir yetişkin bedenine sahip oluyor… Ve bir sabah büyük bir insan olarak uyanıyor ve olaylar gelişiyor… Mevzu aşağı yukarı bu, detaylar ise keyifli. 

Gerçek içgörülere dayanan, ancak çoğu insan için çocukça fikirler üreten Josh, bir anda hedef kitlenin ne istediğini anlayan ürünler üretiyor ve satışların artmasını sağlıyor. Yetişkinliğin zorlukları Josh’ın tadını kaçırmaya başlar… (Spoiler verip izlemediyseniz izleme, izlediyseniz tekrar izleyip tatlı bir gün geçirmenize engel olmayayım.) 

Film boyunca, yetişkinlerin asık suratlı toplantılarından çıkmayan fikirler Josh’tan çıkarken, çocukluğun ne kadar mühim bir Ar-Ge merkezi olduğunu görüyoruz. Tek sorun, her çocuğun hızla yetişkin olmak istemesi. Çocukluğun kurtulmak istenen bir şey olması… Nitekim Josh da dilek makinesi (ne demekse) Zoltar’a “hemen büyümek istiyorum” diyordu ve dileği yerine geldiğinde -en azından hemen değilse bile bir süre sonra- Josh çok pişman oluyordu. Yetişkinliğin kendine has sorunları vs. çocukluk. Kazanan her zamanki gibi belli.


Zaman Makineleri/Hatırlatıcılar
 

Yetişkinlik uğruna mızıkçılık yapıp çocukluktan vazgeçmek yerine, çocukluğun asla bitmeyen bir süreç olarak yaşanması yaratıcılığın deneysellikle beslenmesine yardımcı olur. Kendinize çocukluğu, çocukça davranmayı ve çocuksu deneyselliği hatırlatacak bir zaman makinesi bulun ya da icat edin.

Kendi adıma ne zaman aşırı yetişkin olduğumu hissetsem, marketten alakasız bir şey aldığım anlarda toparladığım ya da sevdiklerimin böyle anlarda benim için aldığı Hot Wheels oyuncak arabalara sarılırım. Paketinden bile çıkarmaya imtina ettiğim bu arabalar (işte tam olarak çocuk olmamaya dair bir kusur: Bir koleksiyoncu ruh hâliyle oyuncak arabaları asla paketinden çıkarmamak!) yalnızca pandemi öncesinde ofiste çalışırken oturduğum masanın yanındaki mantar panoda durarak bile bana çok önemli şeyleri hatırlatan, beni çoktan geride bıraktığım zamanlara geri götüren bir zaman makinesi/hatırlatıcı oldu.

Dünyanın bambaşka yerlerinde yapılmış, ara ara izlediğinizde ya da hatırladığınızda sizi heyecanlandıran, sevdiğiniz birkaç kampanyayı, projeyi anımsayın. Sizce o fikirler aşırı ciddi bireylerin doldurduğu toplantı odalarından, eğlenmeyi tamamen unutmuş bireylerden çıkmış olabilir mi? Hiç sanmıyorum. Yaratıcılığı çocuklukla beslemek, çocuklukla beslenen yaratıcılıktan kural tanımayan deneyler ortaya koymak zor değil. Ancak kolaya da değil, öyle olsa heyecan verici çok daha fazla şeye tanık olurduk.

Yine de hepimizin basit bir zaman makinesi ya da hatırlatıcıya ihtiyacımız var. Benim için kimi tamamen uydurma, kimi gerçek bir modelin 1:64 uyarlaması olan Hot Wheels arabalar birer zaman makinesi/hatırlatıcı: “Sakın mızıkçılık yapma. Yetişkinliğe kapılıp çocukluğunu geride bırakma.”


Hot Wheels’in Amacı

Marka amacı gibi ciddi bir konuyu ele alırken Hot Wheels’ten mi bahsedeceğiz? Kesinlikle. Hot Wheels’in varlık sebebi tabii ki içimizdeki çocuğu hayatta tutmak, bizi mızıkçılık yapan yetişkinler olmaktan kurtarmak değil. Ama marka her zaman hayal gücünün en büyük destekçilerinden biri. Çocukluktan yetişkinliğe hayaller ne kadar ölçek değiştirse de Hot Wheels buna ayak uydurmanın eğlenceli bir yolunu daima buluyor. Koleksiyoncularla kurulan iletişim, mobil oyunlarla destek verilen fiziksel oyuncak dünyası, sürekli yeni tasarımlar ve kampanyalarla güçlendirilen marka kimliği, çizgi filmler, çizgi romanlar, önemli otomobil üreticileriyle yaptıkları ortaklıklar vs. Tüm bu hamlelere 2018 yılında bir yenisini daha ekledi Hot Wheels. Hot Wheels Legends Tour adını taşıyan projeye markanın 50. yılına özel olarak başlandı. Ancak 2018 yılından beri düzenli olarak gerçekleşmeye devam ediyor. (Projenin ciddiyetini anlamanız adına ana sponsorunun Mobil 1 olduğunu şuraya bir not olarak iliştireyim.)

Projenin amacı, Hot Wheels’in gerçeklik, yaratıcılık ve garaj ruhu kurallarına uyan “gerçek bir araba” yaratmak ve bu arabayı Hot Wheels seri üretimine dahil etmek… 111 binden fazla insanın katıldığı, 5 binden fazla özel üretim aracın yarıştığı ve finale 11 aracın kaldığı etkinliğin jürileri arasında yıllar içerisinde araba koleksiyonuyla tanınan Jay Leno’dan Snoop Dogg’a kadar birçok isim de yer alıyor.

Amerika, Kanada ve Avrupa’da ayrı ayrı gerçekleştirilen etkinlik, markanın oyun ile hayal gücü, gerçek ile hayal arasındaki ilişkiyi ciddi biçimde masaya yatırdığı çok önemli bir iletişim projesi. Söylemesi bile zor ama deneyelim. “Oyuncaklarla oynayan çocukların büyüyüp gerçek arabalar yaparak, bu arabaları oyuncağa dönüştürebilmek için yarıştığı bu etkinlik”, bir marka nasıl doğru ilkeler ekseninde iletişim yapar sorusuna iyi bir yanıt olduğu gibi, bizim de mızıkçılık yapmaktan kaçınmamızın ne kadar önemli olduğunu bana hatırlatıyor. Tıpkı mantar panomdaki oyuncak arabalar ya da büyümek için acele eden Josh gibi.

 Anasayfa'ya Dön

YORUM YAZIN

Max. 255 karakter girebilirsiniz

Yorumunuz Alınıyor

Boş Yorum Gönderemezsiniz

YORUMLAR

Hiç Yorum Yok

BENZER HABERLER