Dünyaya Açılan Milyar Dolarlık Kapı

Fikri ve kodlama yeteneği olan iki beş parasız öğrenci, dünyanın en yüksek performanslı bilgisayarına sahip olur. Tüm Dünya’yı piksellere sığdırarak ekranlarımıza taşıyan kapı Terravision’ın hikâyesi böyle başlar.

Fikri ve kodlama yeteneği olan iki beş parasız öğrenci, dünyanın en yüksek performanslı bilgisayarına sahip olur. Tüm Dünya’yı piksellere sığdırarak ekranlarımıza taşıyan kapı Terravision’ın hikâyesi böyle başlar.

Elif Tütüncü

Netflix imzasıyla 2021 yılında yayınlanan docudrama (gerçek olaya dayanan belgeselvari dizi) The Billion Dollar Code, Alman sanatçı ve hacker iki arkadaşın, bugün herkes tarafından bilinen Google Earth’ün aslında kendilerinin Terravision isimli projesinden çalıntı olduklarına dair açtıkları davanın mahkeme sürecine odaklanıyor. Dizinin zamanlaması ikilinin tanıştığı 93 yılı ile Google’a dava açtıkları 2017 arasında gidip geliyor.

Anlatının merkezinde, Dünya'nın bir sanal temsili olan Terravision'ı icat eden iki Alman mucit var. Ancak, büyük bir şirket onların algoritmalarını çalar ve onlara icatları için ne para verir ne de herhangi bir teşekkür. İki mucit, bu deve karşı olan mücadelelerinin nasıl sonuçlanacağından şüphe duysa da onunla savaşmaya çalışır.

Ukraynalı elektronik müzik grubu ARTBAT’ın Atlas isimli parçasının yer aldığı introsu ile izleyiciyi Atlas uğruna verilen mücadele hikâyesinin kapısından içeri sokan dört bölümlük belgesel dizi, anlatısına yaklaşan bir duruşmanın altı hafta öncesinden başlar. Amerikalı bir avukat olan Lea Hausiwth, müvekkilleri Carsten ve Juri'yi bir patent ihlali davası için hazırlamaktadır. Carsten ve Juri, hayatlarının dönüm noktası "Terravision" projesini yaratma süreçlerini kendi bakış açılarından anlatmaya başlar.


Sanat ve teknolojinin buluşması

Carsten’in bakış açısıyla 90’lı yılların başına, Berlin Üniversitesi'ne gideriz. Terravision fikrinin doğuşundan hemen öncesinde, okulun sanat öğrencisi genç Carsten Schlüter ve dijital sanata olan tutkusuyla tanışırız. Sanatı aracılığıyla Dünya’yı alternatif ve yapay bir gerçeklikte görmeye çalışmasını, onun hayatından kesitlerle izleriz. Carsten, vizyoner bir fikre sahip olmasına rağmen, programlama/yazılım becerilerinden yoksundur. Bu nedenle yaratmaya çalıştığı sanal programı sürekli donup çöker. Şans eseri bir gece kulübünde bilgisayar delisi Juri Müller ile tanışır. Juri, donma sorununu çözmek için Carsten'in programının algoritmasını yeniden yazar.

Carsten'in sanal gerçeklik programı, Müller'in de ilgisini çeker ve iki mucit birlikte daha geniş bir programlama ile “haritalama” yazılımı oluşturmaya karar verir. Bu defa yalnızca Carsten’in değil, ikisinin de yoksun olduğu bir şey vardır: o yılların teknolojik imkânlarına göre fazlasıyla lüks olan dünyanın en yüksek performanslı bilgisayarı Onyx. Juri, dünyada yalnızca birkaç adet olan bu bilgisayara Deutsche Telecom’dan yatırım alarak sahip olabileceklerine Carsten’i ikna eder. İkili, Deutsche Telekom’dan aldıkları yatırım karşılığında onlara bu haritalama yazılımını gelecek yıl Kyoto'da yapılacak bir bilişim konferansına yetiştirme sözü verir. Boylarından büyük bu sözü yerine getirebilmek için çalışmalara başlayan Juri ve Carsten, Juri’nin “Kaos Bilgisayar Kulübü” üyesi hacker arkadaşları ile Carsten’in sanat okulundaki arkadaşlarından oluşan çarpıcı bir ekip kurar. Yeterli sayıda uydu görüntüsüne ulaşamayan ve NASA’ya ilettikleri talep olumsuz karşılanan ekip, görüntüleri NASA’yı hackleyerek elde eder.


Ancak hack’in de çözemeyeceği sorunlar baş gösterir. Carsten, Deutsche Telekom’u her şeyin yolunda gittiğini söyleyerek oyalayıp durur fakat ilk Alman startup’ı sayılabilecek bu ekip için yolunda gitmeyen bir şeyler vardır. Her ne kadar bilgisayar dahisi olsa da Juri’nin yetenekleri bile, yüksek boyutlu uydu görüntülerini o dönemin sınırlı teknolojilerine sığdıramaz. Bu sorunu çözemeyen Juri, teslim tarihinin gitgide yaklaşmasının da etkisiyle büyük stres altına girer ve nihayetinde ağır bir panik atak geçirir. Hastanede ziyaretine gelen Carsten ile yaptığı konuşmada koridordaki bitkinin yapraklarından ilham alarak Terravision algoritmasına ait yapbozun eksik parçasını bulur; haritaları parçalayarak daha küçük boyutlarla belleğe sığdırmak. İcatlarını Kyoto'da sergileyen bu genç sanat ve teknoloji ekibi, etkinlikte bulunan herkesi büyüler. Dönemin bilim ve teknoloji yayınları tarafından da örnek gösterilerek büyük övgü toplarlar. En azından dönemin medyası, kısa bir süre sonra avuçlarından kayıp gidecek bu icadın ve onların hakkını biraz olsun verir.


Pahalıya mal olan hata
 

Zafer sarhoşu Carsten ve Juri, büyük buluşlarıyla medyanın yanı sıra bir başkasının daha ilgisini çekmişlerdir. Silicon Graphics'in yöneticisi ve Onyx bilgisayarın geliştiricisi Brian Anderson, Carsten Schlüter ve Juri Müller'e ulaşır. Terravision projesine hayran kalan Brian, Carsten ve Juri'yi 1995'te şirketinin Kaliforniya'daki showroom'una davet eder. Alman ikili, üstün performanslı bilgisayarlarının arkasındaki bu etkileyici zekânın davetiyle adeta hipnotize olur. Juri’nin Terravision'ı geliştirerek her evdeki bilgisayara ulaştırabilme emeliyle Amerika’nın yolunu tutarlar.

Juri’nin Brian’a tapma derecesinde olan ilgisi, ikiliyi adım adım hayatlarının en büyük hatasına götürür. İcadını halka indirmek isteyen Juri, o zamanlar internetin az popülaritesi ve pek çok kişinin henüz bilgisayarı olmamasından dolayı Silikon Vadisi'nde kalmaya ve Terravision'ı daha da geliştirmeye karar verir. Brian da Amerika’da kalması için iş teklifini sadece Juri’ye yapar ve vizyoner sanatçı Carsten’i dışlar. Carsten ise Juri ile birlikte Berlin'de kendi şirketlerini ve Silikon Vadilerini kurmayı arzular. Yoğun ısrarlarının ardından Juri'yi Berlin'e dönme konusunda ikna eder.


Carsten, Amerika'dan döndükten sonra kendi şirketi Art+Com'u kurar. Carsten'in sanat ve teknolojiyi birleştirme vizyonunu isminden başlayarak ortaya koyan bu şirket, yatırımcı çekebilmek için dönemin dev Alman şirketlerinin kapısını tek tek çalar. Ancak ülkelerinin yatırımcılarını dijital çağın yaklaşmasına ve bu çağda erkenden yer almaya ikna edemezler. Sonuç olarak Terravision, hayata geçen fakat hiçbir zaman halka inemeyen bir yazılıma dönüşür.

2005 yılına gelindiğinde Silikon Vadisi’ndeki dost görünümlü düşmanları Brian, tam olarak Terravision'a benzeyen bir demo programı geliştirir. Algoritmanın yanı sıra Juri'nin “algoritmayı herkese ulaştırma” hayalini de çalarak başka bir teknoloji şirketine satar. Algoritmalarının çalındığını fark eden Juri, Tanrısı Brian’ın buluşunu çalabileceğine inanmak istemez. Carsten’e karşı Tanrısını savunmaya devam etse de içten içe Silikon Vadisi gezilerinde yazılımın karmaşık ayrıntılarını yalnızca Brian ile paylaştığını bilmektedir.


Tiyatral ilgi, şeytani teklif
 

Juri, Brian ile temasa geçip onu yeni programı için tebrik eder etmez, Brian olayı örtbas etmek için Berlin'e gelir. Juri’nin Tanrısı, Alman ikiliye Silicon Graphics'ten ayrıldığını ve video oyun endüstrisi için bir şeyler geliştirmeye başladığını söyleyerek bu yeni (!) icadının nereden çıktığını anlatmaya başlar. Oyunundaki “Dünya'ya uçma” demosuyla dev bir şirket olan Google’ı etkilediğini ve bu uçma fikriyle ilgili bir iş birliği yaptığından bahseder.

Brian, Dünya'ya uçmakla başlayan demosunun fikrini doğrudan Terravision’dan aldığını “O zamanlar (1995) Terravision'ı görmeseydim, asla böyle bir şey yaratamazdım” sözleriyle itiraf eder. Patent sahibi ikilinin kendi iş birliğini engellemeye yönelik olası çabalarının önüne geçebilmek için Art+Com’a 5 milyon dolarlık bir teklif verir.

Juri, patent belgelerini Brian’ın çalıştığı teknoloji şirketine gönderir. Yazışmaların ardından Google, Art+Com’u satın almayı veya Terravision'ı lisanslamayı reddeder. Google ve Brian, orijinal geliştiricilere herhangi bir ödeme yapmadan kendi yazılımlarını oluştururlar. Uzun süredir arkadaş olan Juri ve Carsten arasında artık daha da görünür bir şekilde ortaya çıkan bu dolandırıcılık üzerine ateşli tartışmalar başlar. Yatırım alamadığı için mali olarak da zor bir dönemden geçen Art+Com’un kurucusu Carsten şirketten ayrılırken Juri ise Budapeşte'ye geri döner. Amerikalı Avukat Lea Hausiwth ortaya çıkana kadar Terravision sularında yıllar boyunca herhangi bir gelişme olmaz.


Lea’nın alevlendirdiği kül
 

Houston’da avukatlık yapan Lea Hausiwth, Carsten’in onunla iletişime geçmesiyle Terravision’ın mücadelesini mahkeme salonuna taşıyan köprü olur. Art+Com ikilisinin daha önceki dava açma girişimleri başarısız sonuçlanmıştır. Berlin’deki bir avukat, Carsten ve Juri’ye Amerika’da açılacak herhangi bir patent davasının en az 10 milyon dolara mal olacağını söyler ve ikili o dönemde mücadelelerini sonlandırır; çünkü kazansalar bile 5 milyon dolar kaybedeceklerdir.

Lea, onlara bu “satın alma teklifi” senaryosunun büyük şirketlerin kurguladığı bir strateji olduğunu söyler. Lea’nın anlattıklarına göre dev şirketler, küçük şirketlerin sahip olduğu patentlere lisans ödemeleri yapmak veya şirketlerini satın alma maliyetinden kaçınmak için onlara 10 milyon dolardan daha düşük bedeller teklif eder. Ardından satın almaktan vazgeçtiklerini söyleyip patentleri gönül rahatlığıyla ihlal ederler. Günün sonunda küçük şirketler dava maliyetinden dolayı bu şeytani yöntemle başa çıkamaz.

Lea’ya göre onların vakasında diğer küçük şirketlerin yaşadıklarının aksine ümit verici bir farklılık vardır. Satın alma sürecindeki sözleşmeyi inceleyen avukat, ikilinin şirketi “sadece birlikte iş birliğine giderlerse” satacaklarını ifade ettiği maddeyi görür. Ve evet, Juri ile Carsten, hiçbir zaman bu teknoloji deviyle iş birliği yapmamıştır. Böylece 5 milyonluk teklifin geçersiz kılınabilme ihtimalini arkalarına alırlar ve adaletin sağlanması için çıktıkları yol, umut ışığıyla aydınlanır.


Milyar dolarlık dava

Alman ikili, adaleti aramak için Amerika'nın Delaware kentine ulaşır. Duruşmada Google’ı temsilen Avukat Warren Stewart bulunur ve müvekkilinin Google Earth yazılımından herhangi bir kazanç sağlamadığını, yazılımın insanlığa fayda amacıyla geliştirildiğini belirtir.

Ancak Lea'nın duruşmaya tanık olarak getirdiği teknoloji uzmanı Martinez, Google’ın avukatıyla aynı fikirde değildir. Teknoloji uzmanı, Google’ın yazılımında reklam yayınlamamasına rağmen reklam için "kullanıcı verileri" topladığını ve bu yolla para kazandığını savunur. Martinez, kullanıcıların yazılımda geçirdiği her dakikada kendisiyle ilgili verdiği datanın, reklam hedeflemesi ve ilgili reklam gösterimini artırmaya yardımcı olduğunu açıklar ve bunu “network effect” olarak tanımlar. Ardından davayı milyar dolarlık tazminata taşıyan hesaplamasını yapar; yazılımı yıllık kullanan kişi sayısı üzerinden, kullanıcı başına 10 cent belirleyerek Google’ın mucit ikiliye en az 700 milyon dolar borçlu olduğunu söyler.


Kod yalan söylemez
 

Lea, her iki yazılımda da kullanılan algoritmanın benzerlik oranını saptayabilmek için teknoloji uzmanı Dr. Callaghan'ı işe alır. Dr. Callaghan, üst düzey bir gizlilik protokolü ile Google’ın mahzenine inerek uzun bir mesai ile Google Earth’ün kaynak kodlarını inceler. Dr. Callaghan’ın tespitine göre Google Earth, kendisinden yıllar önce yazılan Terravision ile birebir aynı algoritmaya sahiptir ve bu durum patent ihlalini doğrudan kanıtlar. Ancak mahkeme jürisi Dr. Callaghan’ın teknik dilini anlayamaz ve bu analiz onların kararına yönelik bir anlam ifade etmez.

Hararetli mücadele, eski dost Brian’ın mahkeme salonuna girişiyle sona yaklaşır. Juri, tanık kürsüsünden hayal kırıklığıyla eski Tanrısına bakar. Kendi kürsü sırası geldiğinde Brian, ilk başta Juri ile Carsten'ı ve hem Silikon Vadisi hem de Berlin'deki toplantılarını hatırlamadığını söyler ve onlarla olan bağını kabul etmekte direnir. Devamında Berlin ziyaretinde gece kulübünde eğlendikleri esnada Juri'ye, Terravision'ın kendi yazılımına ilham verdiğini söylediğini de inkâr eder. Brian’ın ifadesiyle jüri, ikilinin aleyhine karar vererek patent ihlali olmadığı sonucuna varır.

Etkileyici mücadelelerinin ardından ellerinde bir hiç ile Berlin’e dönen ikili, icatları için hak ettikleri para ve şöhreti alamasa da barışarak birbirlerini kazanırlar. Terravision davası, yılların küslüğünü sonlandırarak onları tekrar bir araya getirir. Juri, Berlin'e taşınmaya ve Carsten ile tekrar çalışmaya karar verir. Birlikte, tıpkı eski günlerindeki gibi yeni bir fikir üzerine çalışmaya başlarlar. Zengin ya da ünlü olmamış olabilirler ancak Dünya’yı ekranlarımıza taşıyan kapılarıyla dünyaya bakış açımızı değiştirdiler. The Billion Dollar Code, bir kod ya da algoritma değil; kimsenin Carsten ve Juri’den çalamayacağı “hikâyeleri”. Sanatçıların sanat eseri çalınabilir ama sanatı çalınamaz; “Don’t be evil” sloganına sahip Google tarafından bile.

 Anasayfa'ya Dön

YORUM YAZIN

Max. 255 karakter girebilirsiniz

Yorumunuz Alınıyor

Boş Yorum Gönderemezsiniz

YORUMLAR

Hiç Yorum Yok

BENZER HABERLER