İngiliz Halkını Birbirine Düşüren Düello: Britpop

Britpop, 90'ların İngiltere'sinde büyük bir müzikal ve kültürel hareket yarattı. İnsanlar, Oasis ve Blur’un müziğine taraf olarak adeta sokaklara döküldü.

Britpop, 90'ların İngiltere'sinde büyük bir müzikal ve kültürel hareket yarattı. İnsanlar, Oasis ve Blur’un müziğine taraf olarak adeta sokaklara döküldü.

Elif Tütüncü


Ancak bu hareket, sadece müzikal bir fenomen değildi; İngiliz kültürüne, modasına ve hatta siyasete bile etki etti. 

Büyük Britanya’yı ele geçirerek müzik ve politikasının yönünü değiştiren rekabet: Britpop! 

Netflix’te yayınlanan 2021 yapımı müzik belgeseli This Is Pop, son 20 yılın en iyi müzik belgesel filmlerinden ve dizilerinden bazılarını yaratan Kanadalı Banger Films’in imzasını taşıyor. Yapım, 5. bölümü “Hail Britpop!” ile İngiltere’nin kendi içindeki toplumsal farklılıkların çatışmaya dönüştüğü dönemi müzik ekseninde inceliyor.

Britpop kelimesini duyunca “Sadece acı çekiyorum...” diyerek belgeselin açılışını yapıyor Blur’un basçısı ve peynir üreticisi Alex James, ardından ekliyor “Bu hareketin müthiş olduğuna dair bir belgesel yapıyorsunuz; ama tamamıyla saçmalıktı.”

Britpop, 1990’larda İngiliz müzik sahnesinde ortaya çıkan bir müzik türü. Blur’un ilk albümü Leisure 1991 yılında yayınlandı ve İngiltere listelerinde 7. sıraya yerleşti. Ancak 1992’ye gelindiğinde menajer sebebiyle kötü yönetilen grubun, ödemezlerse hapse girebilecekleri büyük bir vergi borcu ortaya çıktı. Ardından vergi borcunu ödeyebilmek için ellerindeki en değerli şeyi, müziklerini kullanmak üzere Amerika’da turneye çıktılar. Amerika’ya ayak bastıkları gün Nirvana’nın Nevermind albümü çıkmıştı. Zaten pek de parlak olmayan İngiliz müziği, Nirvana’nın da gölgesinde kalarak Blur’u yeni arayışlara sürükledi. 

Amerikalı grunge müzik, tüm dünya listelerinin üst sıralarına ambargo vururken; Blur üyeleri Amerikan kültürünün İngiliz kültürünü nasıl şekillendirdiği üzerine sohbetler ediyor ve Elvis Presley olmasa İngiliz pop müziğinin ne durumda olacağını düşünüyorlardı. Britanya kültürünün marjinalize edildiğini fark etmeleri üzerine stüdyoya son derece İngiliz kültürüne ait bir şey yapmak için girerek Parklife’ı yazdılar. Parklife’ın başarısı İngiltere medyasının dikkatini çekti. Çekmemesi mümkün değildi çünkü internetin olmadığı, hepsi Londra merkezli sadece dört müzik dergisinin kültüre egemen olduğu bir dönem... Üstelik hepsi “hikâye” yaratmaya açtı ve bu yeni akım onların iştahını kabarttı.


İngilizliği vurgulayan, 1990’ların ortalarında İngiltere merkezli bir müzik kültürü hareketi olan Britpop; kısmen ABD liderliğindeki grunge müziğin daha karanlık lirik temalarının popülaritesine ve Birleşik Krallık’ın kendi shoegaze müzik sahnesine tepki olarak daha parlak, daha akılda kalıcı bir alternatif rock üretti. Hareket, İngiliz alternatif rock’ını ana akım hâline getirdi ve daha büyük bir İngiliz popüler kültürel hareketinin, Swinging Sixties’i ve o on yılın İngiliz gitar popunu çağrıştıran Cool Britannia’nın bel kemiğini oluşturdu.

Britpop, İngiliz müzik sahnesinin önceki yıllarda maruz kaldığı elektronik müzik egemenliğine bir karşı tepki olarak da ortaya çıkmıştı. Bu dönemde İngiliz müzik endüstrisi, ağırlıklı olarak Amerikan müzik türlerine yönelmişti. Britpop, İngiliz müzik endüstrisinin yeniden canlanmasına öncülük etti ve aynı zamanda İngiltere'nin müzikal kimliğini yansıttı. 

Britpop İngiliz toplumu için önemliydi; toplumda müzikal bir kültür birliği sağlamasının yanı sıra, İngiliz gençliğinin toplumsal ve siyasal sorunlarını yansıtıyordu. Bu dönemde İngiltere, Margaret Thatcher’ın neoliberal politikalarıyla mücadele ederken gençlik kültürü de bu mücadeleye katıldı. Britpop, bu mücadeleyi yansıtan bir ses olarak ortaya çıktı ve gençlerin toplumsal değişimi isteyen ruh hâllerini yansıttı. 

Polemiğe aç, diri bir medya...

This is Pop belgeselinin bir parçası olan “Hail Britpop”, dönemin medyasının Britpop’un yükselişi ve başarısı üzerindeki etkisine de değiniyor. Belgeselde, müzik eleştirmenleri ve gazetecilerin, çeşitli polemiklerin fitillerini ateşleyerek Britpop gruplarını nasıl köpürttüğüne ve onların medyadaki imaj yaratımına dair röportajlara yer veriliyor. Ancak, medyanın aynı zamanda hareketin müzikal niteliğine de katkı sağladığı görülüyor. Dönemin müzik eleştirmenleri ve gazetecileri, Britpop’un İngiliz kültürüne dair taşıdığı nüansları ve İngiliz toplumu açısından önemini vurguladılar. Bu sayede Britpop, kamuoyunda sadece bir müzik hareketi olarak değil; aynı zamanda bir kültür hareketi olarak da algılandı.


Davetsiz misafir: Oasis

O sıralar bir yayında eleştirmenlik yapan John Harris’ten, Britanya müziğinin ne kadar ilerlediğine dair bir yazı isteniyor. Harris, “10 büyük Britpop anı” başlıklı bir yazı hazırlıyor (neden bu kelimeyi seçtiğini kendisi de bilmiyor, muhtemelen bir yerden arakladığını düşünüyor.) Konu olabilecek karakter ve olay arayışında olan diğer yayınlar da Harris’in tanımı üzerinden birbirine benzeyen nostaljik, retro ve İngiliz tarzı olan müzisyenleri Britpop adı altında toplamayı uygun görüyorlar.

Britpop’un gördüğü medya desteği, ülkenin diğer türlerde üretim yapan müzisyenlerini de etkisi altına alıyor. Belgeselde bahsedilenlere göre, bir grubun üç hafta öncesine kadar heavy metal tarzda müzik yaparken birden Fred Perry t-shirtler giyip çay ile ilgili şarkılar yazmaya başladığı söylentileri duyuluyor. Hatta bazı gruplar müzik tarzını bile değiştirme zahmetine girmeden, yalnızca kıyafetlerini değiştirip bu akımın bir parçası olarak medya tarafından oluşturulan rekabet ortamında yer almayı amaçlıyor. Bu rekabetin en sivrildiği nokta ise şüphesiz Oasis ve Blur arasındaki çekişme oluyor.


Blur’un solisti Damon Albarn, Britpop Now isimli TV programında “4 yıl önce Nirvana veya benzeri bir grupta değilseniz, bir hiçtiniz. İngiliz gruplar artık köklerinden utanmıyor, seslerini buldular” açıklamasıyla Britpop’u İngiliz kültürünün bir parçası olarak tanımlayıp dinleyicileri bunun salt bir müzikten fazlası olduğuna ikna ediyor.

Blur, sahnelerin ve ekranların tozunu attırırken; iki kardeşin başı çektiği beş kişilik Manchesterlı bir grup ortaya çıkarak “Her şeyi boş verin, şimdi rock’n roll vakti” dedi. Sanki birileri, partiye davetsiz gelmişti. 

Oasis, kuzeydeki fabrika şehri Manchester’dan geliyordu. İlham aldıkları gruplar The Buzzcocks, Joy Division, The Smiths, Happy Mondays ve The Stone Roses’du. Oasis, Birleşik Krallık’taki Kuzey ve Güney ayrımında Kuzey’i temsil ediyordu. Güneydeki orta sınıf soğuk, gösterişli, kasıntı ve biraz da safken; Kuzey ise işçi sınıfı, sert ve yoksul olarak görülüyordu. Oasis de bu kutuplaşma için biçilmiş bir kaftan gibiydi. Manchester’daki işçi bölgesinden geliyorlar, sosyal konutlarda oturuyorlar. Londra’ya da biraz takıklar. İşçi sınıfından gelen, ağzı bozuk bir grup. Müzik tarzları tamamıyla farklı olsa da medya onlara da Britpop demeyi tercih etti. Bu beş serseri, İngiliz müziğini Londralı züppelere bırakmamaya niyetliydi, artık geriye sadece tarafları belli olan bu savaşın fitilini ateşleyerek taraftarlarını yaratmak kalmıştı, elbette yine medyanın yardımıyla.


İskoçya’dan gelen plak yapımcısı Alan McGee de bu ayrımı bir pazarlama aracı olarak kullanabileceğinin farkındaydı ve birlikte çalışabileceği Kuzeyli bir grup bulabilmek için soluğu Glaslow’da aldı. McGee, Glaslow’da bir barda otururken Oasis’in, The Beatles coverlarını harika çaldığını fark ederek grubun yöneticisini sordu ve Oasis’in müzik tarihindeki serüveni böylece başladı.

Grubun lideri Noel Gallagher “Medya Britpop’u alıp ‘Kır Evi’ (Country müziğe gönderme) tayfasının münasip bir tarafına sokabilir. Biz rock grubuyuz, Britpop değil” açıklamasıyla kendilerini müzikal olarak Britpop çatısı altında görenleri net bir dille reddetti.

İki grubun üyeleri arasındaki tartışmalar da başlamış oldu. Oasis, ağzı bozuk ve çekinmeden konuşan tavrıyla serseri kültürüne uyuyordu. Dolayısıyla magazinin ilgisini Britpop’dan daha çok çekti. Cinsiyetçiliğin sükse yaptığı dönemin İngilteresi’nde delikanlı kültürün temsilcisi olarak görülüyorlardı. Oasis’in çıkışı ve gördüğü ilginin ardından Blur’un soft tarzı da değişti; sert görünmeye başladılar çünkü aksi hâlde medyada geri planda kalıyorlardı.


Blur’un yaşadığı görsel dönüşüm, grup üyelerinin medyaya yaptığı açıklamalarda da kendisini gösterdi. Grubun solisti Damon Albarn, Oasis’in tüm şarkılarının birbirinin aynısı olduğuna dair açıklamada bulundu. Noel Gallagher’ın yanıtının dozu ise ondan daha sertti: “Alex ve Damon’dan tiksiniyorum. AIDS olup gebersinler.”

Müzik dergilerinden taşan bu tartışma, bir anda ülkenin haber kanallarından magazin gazetelerine, ana akım yayınların manşetlerinde de kendisine yer bulmaya başladı. Medya da üzerine düşen görevi yerine getirerek ülkenin dört bir yanındaki sınıf ve kültür savaşının ateşini körükledi. Bugün belki de sadece birkaç saat sürecek bu Twitter tartışması, o zamanlar hafta boyunca gündemden düşmüyordu. 

İşçi çocukları sahnede

Oasis ve Britpop hakkında konuşulacak çok şey var. Belgeselin Oasis'in yükselişi ve Blur ile olan rekabetine odaklanan bu bölümü, konuyu toplumsal etkileriyle ele almak için harika bir fırsat sunuyor.

Oasis'in Britpop sahnesine çıkışı, Britpop'un sadece müzikal bir hareket olmadığını, aynı zamanda bir sosyokültürel devrim olduğunu gösterdi. Oasis, Manchester’da büyüyen işçi sınıfı çocuklarından oluşuyordu ve bu, hiphop kültüründekine benzer bir samimiyet ile müziklerinde dürüstlük yaratarak sokaklardaki gerçekliği yansıtıyordu. Diğer yandan bu samimi tavır, grup üyelerinin sözünü esirgemeyen ukala duruşlarından da geliyordu. Bu da Britpop'un diğer gruplarına göre onları daha “cool” bir seçenek hâline getiriyordu.


Oasis ve Blur arasındaki rekabet, Britpop hareketinin sembolik bir yönüydü. Oasis, Blur’a karşı müzikal bir yarışta değil, daha çok “sınıf savaşı” olarak nitelendirilen bir çekişme içindeydi. Oasis üyeleri, Blur üyelerinin İngiliz orta sınıfı temsil ettiğini düşünüyorlardı ve bu yüzden de Britpop’un gerçek kökenlerini yansıtmadıklarını savunuyorlardı. 

İkiye bölünen toplum

Oasis ve Blur arasındaki rekabetin müzik endüstrisine olan etkisi tartışılabilir. Bu dönemde, müzik şirketleri de bu rekabeti körükleyerek daha fazla kazanç elde etmeye çalıştılar. Ayrıca, müzik eleştirmenleri de taraf tutarak bu müzik savaşının daha da büyümesine neden oldular.

Diğer yandan, bu müzik savaşı gençler arasında da büyük bir etkiye sahip oldu. Gençler, kendilerini Oasis ya da Blur taraftarı olarak belirleyerek bu rekabetin bir parçası hâline geldiler. Rekabet, gençler arasında bir bölünme yarattı ve bu bölünmenin olumsuz sonuçları da yaşandı.

Oasis, işçi sınıfı kökenli bir müzik grubu olması sebebiyle müziğinde işçi sınıfının yaşadığı sorunları da dile getiriyordu. Blur ise daha züppe bir tarza sahipti ve müzikleri daha üst sınıfa hitap ediyordu. Bu nedenle, Oasis ve Blur arasındaki rekabet müziğin ötesinde sınıf savaşına dayanıyordu.

Oasis ve Blur arasındaki rekabetin müzikal açıdan birçok boyutu vardı. Öncelikle müzikal farklılıkları, her iki grubun da hayranlarının tutkulu bir şekilde savunduğu tarzları yansıtıyordu. Oasis, kaba ve agresif rock müziği ile tanınıyordu; Blur ise daha popüler ve dans edilebilir müzikleriyle farklı bir kitleye hitap ediyordu.


İki grup arasında medyaya yansıyan gerilim, Wonderwall adlı Oasis şarkısının çıkışıyla daha da arttı. Blur üyeleri, şarkının kaba saba bir müzikal yapıya sahip olduğunu iddia etti ve Oasis üyelerini aşağılamaya çalıştı. Oasis üyeleri ise bu iddiayı geri çevirerek, Blur'un müziğinin sadece “kızlar için” olduğunu ve kendilerinin gerçek rock müziği yaptığını savundu. 

Rekabetin bir diğer boyutu ise iki grup arasında gerçekleşen futbol maçıydı. Maç, medyanın da büyük ilgisini çekti ve Britpop’taki rekabet, müzik sahnelerini aşarak yeşil sahalara uzandı. Oasis ve Blur üyeleri, Wembley Stadyumu'nda bir araya gelerek, futbol maçı oynadılar. Bu maç, Britpop Savaşı'nın sembolik bir ifadesi oldu. Peki maçın kazananı kimdi? Bu sorunun cevabını belki de sadece Oasis ve Blur üyeleri bilebilir. 

Dev derbi için nefesler tutuldu

Belgeselde savaşın etki alanlarıyla ilgili öne çıkan bir diğer nokta ise Oasis ve Blur'un İngiliz toplumu üzerindeki siyasi etkisi olarak karşımıza çıkıyor. Medya, bu rekabeti ve tartışmaları büyük bir ilgiyle takip etti ve konu hakkında yüzlerce makale, yorum ve analiz yayınladı. İki grubun da yeni albümlerinin aynı gün yayınlanacağı ortaya çıkınca rekabet yeni bir noktaya ulaştı ve halk tam anlamıyla ikiye bölündü. Liam Gallagher “Albümler aynı anda çıktığı için bizi suçluyorlar ama bizimkiyle çakışsın diye kendileri tarih değiştirdi” açıklamasını yaparken Blur ise “Albümü aynı gün çıkardık; aksi hâlde yumruklar konuşacaktı. Kan dökmeden savaşmış olduk” ifadesinde bulundu. 

Albümlerin aynı gün yayınlanacak olması, tırmanan gerilimi bir üst seviyeye taşıyarak İngiltere’nin en ünlü iki grubu ve taraftarları arasında, son 30 yılın en büyük zirve savaşını başlattı. İngiliz müzik tarihinde böylesi bir rekabet en son Beatles ve Rolling Stones arasında 60’larda yaşanmıştı. İkincilik, iki grup ve temsil ettiği kitleler ile değerler için de kaybetmek anlamına geliyordu. Blur imzalı Country House ile Oasis eseri Roll With It birer single olmaktan çıkarak 14 Ağustos 1995 Pazartesi günü final karşılaşmasını yapacak iki gladyatöre dönüştü.


Bu kıyasıya yarışı medya çoktan "The Big Chart Showdown" olarak adlandırmıştı. Ana akım haber medyası da sokak röportajlarıyla anlık olarak insanlara hangi tarafı desteklediklerini sordukları yayınlar gerçekleştiriyordu. Gündemleri sürekli bu savaşla meşgul olan taraftarlar da rekor kırma ümidiyle soluğu plak dükkanlarında alıyordu. 

Dev derbinin sonucu, 20 Ağustos Pazar günü “ilk 40” listesinin geri sayımıyla açıklandı. Country House, 274 bin satış adedine ulaşarak 216 binlik sonuç elde eden Roll With It'i geride bıraktı. 

Blur’un bas gitaristi Alex James daha sonra The Guardian'a şunları söyledi: “Savaşı Blur, yarışı Oasis kazandı; ancak tüm bu sürecin galibi biziz." 

Blur gitaristi Graham Coxon ise bu yarışı 2009’da The Daily Mail’e verdiği röportajda “içi boş, anlamsız bir zafer” olarak yorumladı ve rekabetin üyeler üzerindeki yıpratıcı etkisini “Plak şirketimiz, Londra’daki Soho House’da büyük bir şampanya partisi verdi. Partide anın tadını çıkarmaya zorlandığımı hissettim ve yalnız kalmak istedim. O kalabalığın bir parçası olmayı kaldıramadım ve altıncı katın penceresinden atlamaya çalıştım. Beni bundan vazgeçiren Damon’dı” sözleriyle açıkladı.


Damon Albarn ise bu baskıyı yıllar sonra No Distance Left To Run belgeselinde yaptığı “Noel Gallagher beni sürekli sinirlendiriyordu ve o zamanlar gerçekten çok ama çok canımı yaktı. Oasis, okulda katlanmak zorunda kaldığım zorbalar gibiydi" açıklamasıyla itiraf etti.

Oy sandığında Britpop etkisi

İkili arasındaki rekabetin siyasi boyutu, temsilcisi oldukları sınıfsal değerlere dayanıyordu. Oasis üyeleri, Blair'ın liderliğindeki Yeni İşçi Partisi'ne açık bir şekilde destek verdiler ve dönemin İngiltere’sinin en popüler siyasetçilerinden biri olan Blair’ın de Oasis hayranı olduğu biliniyordu. Yayıncı Jane Savidge de bu yakınlaşmayı “Britpop'u seven tüm insanlar Tony Blair’a oy verdi” sözleriyle yineliyor. 1997 yılına gelindiğinde Blair, İngiltere'nin yeni başbakanı seçilmesinin ardından Oasis üyelerini başbakanlık sarayına davet etti. Oasis üyeleri, burada Blair ile tanışarak fotoğraf çektirdiler. Blair’ın seçimlerden zafer ile ayrılması, Oasis ve Blur arasında başlayan bu savaşın, Britanya kültüründe yarattığı etkinin siyasi boyutunu gösteriyor.

İngiltere’nin 90’lı yıllarındaki sosyal ve siyasal ortamının müzikal hareketlere yansıması, Oasis ve Blur arasındaki rekabet ve futbol maçı, Britpop'un yükselişi ve düşüşü, Tony Blair’ın siyasi yükselişi ve dönemin gençliğinin politik tercihleri arasında paralellikler kurulması oldukça ilginçti. Belgesel bize Britpop döneminin sadece müzikal bir hareket değil; aynı zamanda gençliğin toplumsal, ekonomik ve politik durumunu yansıtan bir dönem olduğunu hatırlatıyor. Oasis ve Blur arasındaki rekabet ise sadece müzik dünyasında değil, toplumsal bir karşıtlığı da temsil ediyordu. Blur'un daha zengin kesimlere hitap ederken, Oasis'in alt sınıfları temsil ettiği düşünülüyordu. Bu rekabet, dönemin gençleri arasında da yansımalarını bulmuş ve Tony Blair’ın seçim kampanyasına da yansımıştı. Belgesel, Britpop’un yükselişiyle birlikte gelen umutların, sonrasında gelen hayal kırıklıklarına dönüştüğüne dair bir mesaj da veriyor. Sonuç olarak, Britpop dönemi, müzikal anlamda önemli bir dönemeç olmasının yanı sıra, İngiltere'nin toplumsal ve siyasal tarihinde de önemli bir yere sahip. “Cool Britannia” dönemi olarak da bilinen bu dönem, günümüzde bile İngiltere’nin kültürel tarihindeki yerini koruyor. Britpop, bir zamanlar toplumsal gerilimin yarattığı ateşli tartışmaların eğlenceli bir ifadesiyken; artık başrollerinin bile hatırlamak istemediği savaşa dair bir hikâye.

 

 Anasayfa'ya Dön

YORUM YAZIN

Max. 255 karakter girebilirsiniz

Yorumunuz Alınıyor

Boş Yorum Gönderemezsiniz

YORUMLAR

Hiç Yorum Yok

BENZER HABERLER