Martin’le yaz stajım
İster büyük bir şirketin danışmanı, ister kendi işinizin patronu olun; karşınıza çıkan sorunları çözmeniz için önce neye ihtiyacınız olduğunu tespit etmeniz gerekiyor. NASA tekniğinin sırasını bozarsanız asla verim alamazsınız.
Geçtiğimiz yazlarda Martin Lindstrom’un yanında stajyer olarak çalışma fırsatını yakaladım. Üniversite son sınıfa geçiyordum. Martin’le olan serüvenimiz Charlotte, North Carolina’da başlayıp Brüksel’e ve Filipinler’e kadar uzandı.
Staj mülakatımı Martin’le Skype üzerinden yaptık. 48 saatlik atölye diye bir şeyden bahsetti ve genel anlamda işimizin oldukça yoğun ve sabit olacağını ekledi. Bir bahar günü Martin’in stajyeri olacağımı öğrendim ve kendimi yorulmaya, jetlaglere ve yoğun tempoya hazırlamaya karar verdim. Elbette bu yaz bana büyük tecrübeler kazandıracaktı.
İlk durağımız North Carolina’nın Charlotte kenti oldu. Charlotte’ta daha önce birçok kez bulundum, ancak bu seferki ilk görevim havalimanından yalnızca 10 dakika kadar uzak bir yerdeydi. Martin gece geç geleceğini söylediğinden akşam yemeğimi kendi başıma yedim ve ertesi sabah için hazırlıklarımı yaptım. Sabah 6’da kalktım, 300 kişilik etkinlik salonunu ayarlamak için. Martin’le 7’de buluştum ve bana birkaç talimat verdi. Üstesinden geldiğim bir zorluğu anlatmamı ve birkaç ünlü söz okuyarak kendimi tanıtmam gerektiğini söyledi. Martin başını sallayarak başımdan geçen zorluğun yeterli olduğunu onayladı, fakat özlü sözleri okuyuşumu pek beğenmedi. Okuduğum sırada Martin beni kenara çekti ve daha duygulu okumam gerektiğini söyledi. Örnek olsun diye sözleri kendi okumaya başladı. Benim de onun gibi okumamı istedi. Bana göre kendi okuyuşumda bir sorun yoktu ancak daha iyi yapabileceğimi öğütledi. İşte tam bu anda Martin Lindstrom’un mükemmeliyetçi bir kişiliğe sahip olduğuna tanık oldum. Sözleri kusursuz biçimde okumamı istemesi, hem kendisinin hem de şirketinin yaptığı işi en iyi şekilde yapma gayretinde olduğunu gözler önüne seriyordu. Ardından hayranlık ve korkuyu aynı anda yaşadım. Bu da beni o yaz daha sıkı çalışmaya teşvik etti. Charlotte’dan sonra Houston’a yola çıktık, benzer bir etkinlik için. Sıradaki durağımız ise Brüksel’deki o korkutucu 48 saatlik atölyeydi.
Houston’dan Brüksel’e olan yolculuğumuz esnasında Martin bana ABD’deki silah kontrolü ve siyasi iklim gibi hassas konularda sorular yöneltti. İlk başta böyle şeyler sormasına şaşırsam da, bir zaman sonra Amerikan kültürü ve şahsi kirlerime samimi bir merak beslediğini fark ettim. Büyük iş konferansları için inşa edildiği aşikar olan otele akşam vardık ve Lindstrom’un diğer asistanıyla ortalığı hazırlamaya koyulduk. Her şeyi hazır ettikten sonra 48 saatlik atölye için gereken uykuyu almak üzere yatağa gittim. Atölye çalışması, genel bir bilgilendirme ve yapılacak aktivitelerin tanıtımıyla başladı. Martin diğer asistandan ve benden mutlak mükemmeliyet talep etti ve ben her şeyi mükemmel yaptığımızı düşündüğümde bile daha iyisini yapmamız gerektiğini söyledi. İlk başta tavırlarını cesaret kırıcı buluyordum. Fakat sonraları amacının bizi zorlayarak asıl potansiyelimizi açığa çıkarmak olduğunu anladım. Bilgilendirmeler yapıldıktan sonra katılımcılar küçük gruplara ayrıldı ve verili bir durum üzerinde kir yürütmeleri istendi. Asistan arkadaşım ve ben grupların üretmekte olduğu kirleri dinliyor ve yeri gelince elimizdeki verileri aktarıyorduk. Martin, yanlarında oturduğum gruba yaklaşıp üretmiş oldukları kirleri sordu. Grubun fikrini dinledikten sonra kendi fikrini kendine saklamayı tercih etti. Fikrini açıkça ifade etmek yerine grubu yöneterek onların üretmiş oldukları fikri geliştirmelerini sağladı ve ortaya muhteşem bir şey çıktı. Tüm bunlar göz açıp kapayıncaya kadar gerçekleşmişti; olanları ağzım açık izliyordum. Martin’in neden muhteşem bir marka uzmanı olduğunu bir kez daha anlamıştım. Daha basit kirlere sırtını dönmek yerine gruptaki herkesin bakış açısını gruptaki bireylere anlatmayı tercih etti. Böylelikle ortaya inanılmaz bir bilgi akışı ortaya çıktı. Atölye sabahın erken saatlerine kadar sürdü ve ben belki de üç saatlik uykuyla duruyordum. Ertesi gün kirlerin karara bağlandığı gündü ve biz tüm grup sunumlarını bir Powerpoint sunumu altında toplamaya çalıştık. Bu iş, hayatımda başıma gelen en stresli tecrübelerdendi çünkü Martin’in mükemmeli istediğinin farkındaydım. Aslında tam da bu isteği beni kamçılıyordu. 48 saatlik atölyenin sonunda inanılmaz derecede yorgundum fakat bir yandan da hayatımın en güzel tecrübelerinden birini edinmiştim. Martin için çalıştığım o yaz hayatımın en zor yazlarındandı, ancak her saniyesine değmişti. Martin’le havalimanına dönerken bana düşünmem için birkaç anahtar şey söyledi. Söylediklerinin bazıları yalnızca beni ilgilendirirken bir kısmı da herkesle ilgili genel geçer şeylerdi. Birincisi, “kültürü anlamak”tı. Bir kültürü anlamadan o kültürün içinde hiçbir şekilde fark yaratamazsın, ne kadar zeki olduğunu düşünürsen düşün. İkincisi, sorunları tahmin
et. Stajımda beklemediğim bazı şeyler başıma geldi. Bir dahakine yapmam gereken, daha ileri görüşlü olarak çıkabilecek sorunları öngörebilmek ve hazırlıklı olmak. Sonrasında da bana NASA adını verdiği altın kuralından bahsetti. Yani “need acceptance solution acceptance (ing. ihtiyacı tespit çözümü tespit).” İster büyük bir şirketin danışmanı, ister kendi işinizin patronu olun; karşınıza çıkan sorunları çözmeniz için önce neye ihtiyacınız olduğunu tespit etmeniz gerekiyor. Ardından müşteriniz veya kendiniz, tespit ettiğiniz ihtiyacı kabullenmelisiniz, nitekim bir ihtiyacı/sorunu kabullenmeden hiçbir soruna çözüm bulunamaz. Ardından bir çözüm bulunması ve onun kabul edilmesi gerekiyor. NASA tekniğinin sırasını bozarsanız asla verim alamazsınız. Martin’in bana vermiş olduğu bu tavsiyeleri hayatımın her alanında kullanacağımı düşünüyorum. Bundan 30 yıl sonra geriye baktığımda geçirdiğim bu yazın hayatımın dönüm noktalarından biri olduğunu anlayacağım.
YORUM YAZIN
Yorumunuz Alınıyor
Boş Yorum Gönderemezsiniz
YORUMLAR
Hiç Yorum Yok